13 Eylül 2015 Pazar

KAİZEN




Japon yönetim anlayışı olan Kaizen sürekli iyileştirme anlamına gelir ve emirlerin ustalık derecesine göre alt kademelerin yönlendirmesiyle oluşacağını temel alır.

Önemli olan nokta yönetimin sert esen rüzgarlarına rağmen koltuklarına tutunmayı başarmış olanların, işi yapanlar ve dokunanlar kadar iyi bilemeyeceği gerçeğini kabullenmesidir. Bu tevazulu tutum sayesinde üretim esnasında oluşan hatalar gözle görülür biçimde düşüşe uğrayınca, kârlılık da ne oldum delisi gibi havalara fırlamıştır.

Peki adını seminer salonlarında rakip firmanın ya da paralel departmanın yöneticisine kireçlenen sohbetin arasında yahut ben de varım demeden önce selam verircesine ağzımıza doladığımız bu kaizen neden memleketimizde bir türlü dikiş tutturamıyor ?
İşçiler mi yaptığından habersiz yoksa müdürler mi leblebiden müdür? İkisinin de geçerliliği en hızlı ulaşımın torpille sağlandığı coğrafyamda  mümkün olsa da, bu defa yaşın kurunun yanında yanmasına müsaade etmeyelim.

Kısa cevap mesleki inat. İşçiler nasıl olsa yapıyoruz diyerek boş vermişliğin serin gölgesinde rutinlerini sürdürürken, yöneticiler ise okulunu okuduk biz hele şu raporlara bir daha bakalım duruma göre kabı değiştirip birkaç dal keselim edasıyla toplantı odalarına yeni bulunan heyecanlı tarikatın mabetlerine koşar gibi doluşmakla meşguller.

Zaten birbirleriyle iletişime geçmeleri  ve fikirlerinin her ne olursa olsun üstünlüklerini kabul edip eksik bilgilerini Türkçelerinin kristal kırılganlığına yahut barbar tonlamalarına aldırmadan diyaloglarını sürdürerek sonuçlandırmaları hep hayali kurulan ancak asla gerçeğe dönüşmeyen tatlı bir rüya olsa gerek.



Cüppelerini çıkartıp aynı tabağa kaşık vurarak işe alınma amacını unutmayanlar ise afili başlıklara ihtiyaç duymadan imrenerek baktığımız refleksi genetik kodlarına çoktan kazıdılar. Nasıl yani sorumuza, havada asılı kalmak için yerçekimsiz ortama ihtiyaç duymayan ve bunu gayet olağan kabul eden kabilenin bir üyesi olarak sadece çekik gözleri ile “KAİZEN” dediler.

28 Temmuz 2015 Salı

DÜNYA BARIŞI




DÜNYA BARIŞI
Kurulduğu günden beri dünyada bir savaş ve durmak bilmeyen kan akıtma yarışı. Yaşlı gözler bakarken, toprağa verilen cansız soğuk bedenler ardı sonu gelmedi. Hayır ağzımı bozmayayım diyorum, dayanamıyorum. Düşünüyorum işin içinden çıkamıyorum. Hepimiz bir ana ve babadan geliyorsak, ne ara siz, biz ve öteki olduk. Ötekinin insan olduğunu niye unuttuk.

Din düzleminde Allah sana ne demiş, insan ol demiş; insanlığın yaratılış şerefine layık ol. Dünya nizam namesi olarak da bak bu kitapları gönderiyorum oku anla ve rehber olarak takip et. İnsan olmanın kriterlerine uy, dürüst ol, namuslu ol ahlaklı ol, insanları hayvanları ve yaratılmışların hepsini sev. Hiçbir şeye zarar verme. Allah rızası için yaratılmışlara iyilik yap. Ondan sonra da Allah’a ibadet et, oruç tut, namaz kıl, zekat ver.


Ama işin büyük kısmı önce insan olmak. Ha sen dersen ki ben Allah’ın dediği gibi insan olmayı bir kenara bırakıyorum, ben şöyle namaz kılarım, şöyle oruç tutarım, şöyle nafile namaz kılarım, hiç muteber değil. Allah insanlık düzleminde yaratılmış olanı mutlu kılmayı emretmiş. Ama bugün herkes bunu göz ardı etmiş, rekât skorunun peşinde.

Daha büyük olan problem ise din düzleminde insanlara iyiliği telkin ederek insanları mutlu kılamıyorsun, Din şemsiyesi altında ümmet alt şemsiyesi yapıyorsun mezhepler çarpışıyor. Sünni ise Alevi çıkıyor, Şii çıkıyor; Hristiyanı ayrıı, onun içinde Ortodoksu, Protestanı, Evenjelisti, Kataoliği bir sürü karşıt doğuyor. Demek ki din düzlemi insanları mutlu edecek bir zemin değil, muhakkak karşıt yaratıyor.





Milliyet şemsiyesi yapıyorsun, ırklar çarpışıyor. Demek ki bu düzlemler doğru düzlemler değil. Allah bize doğru düzlemi emretmiş biz onu algılayamamışız.


O zaman Allah’ın mesajlarını doğru algılamak ve ilmi tamamlamaya çalışmak lazım. Dünya’da kainatta bütün insanların mutlu olabilmesi için, tek zemin, tek şablon var. İnsan olmak şablonu. Allah da bunu emretmiş. Derin düşünürlerse bunu bulacaklar. Derin düşünmesi gerekenler derken top yekun hepimizi kastediyorum. Göremezsin ki bir bilim adamının bir din adamını öldürdüğünü. Ama tersi durumlar duymaya alışıp da bize dizi kanalına zap yaptırıyor.


Allah ne demiş, “Yaratılış şanına layık ol” adam ol! Bunu kutuplardakine de demiş, ekvatordakine de demiş, Afrika’dakine de demiş. Dünyanın her yerindekine. Şimdi bakıyorsun eğer insanlar sadece ve sadece insan olmak düzleminde ve insan olmak şablonunda hareket etseler kainatta mutsuzluk yok.


Evet her dinin belli farzları var ama hiçbiri sana insanlık düzlemini bir kenara koy demiyor. Önce insanlığı yerine getir çünkü öbürleri eksik kalsa bile insanlığını bozamıyorsun.
Şablon ve terazi çok basit. Allah’ın yaratmış olduklarına yapmış olduğun iyilikler ve Allah’ın yaratmış olduklarına yapmış olduğun kötülükler. Ozon tabakasını deldin, insanlık düzleminden çıktın. Toprağı zehirledin denizi kirlettin, yalan söyledin; beş milyon yıl ibadet etsen de sana geçmiş olsun.

Ama şimdi bizim derdimiz mahallede çekirdek çitleme sevdası.



Sen orucu nasıl tuttun. Ben Sunni’yim orucu böyle tuttum namazı da böyle kıldım. Ben de Şii’yim orucu böyle tuttum namazı da böyle kıldım. Ha siktir lan olur mu öyle diye başlayan tartışmalar yüzyıllık savaşlara dönüşüyor. Din düzleminde ırk düzleminde kavga hiç bitmiyor. İnsanlık düzlemine getirip koydun zaman bütün karşıtlıklar ortadan kalkıyor, her yer günlük güneşlik. Kainat bu düzleme gelmediği sürece kainatta mutluluk ve huzur yok. Bu şablona göre eğitilirler ve yaşarlarsa, kavga yok huzursuzluk yok, fakirlik yok.
Peki Müsaade ederler mi?

Onların ben ta….

17 Temmuz 2015 Cuma

HAYDİ YALLAH



Günlerden bayramın birinci günü yer İstanbul. Sokaklar eski moda western (vestern) film çekecek kadar sakin, düello yapılabilecek kadar boş. Şehrimin tüm kaosu 2 gün içinde logar kapağından akar gibi tahliye edildi ve şu anda tek tük geçen arabalarla kuşların sesi hakim soluduğum nefese.

Geride kalanların, ben de İstanbul’u bayramda seviyorum, çok güzel oluyor şarkısını hiç mırıldanmayacağım, çünkü çok baydı. Ama bu noktada dikkatimi çeken iki unsur var.

SIĞIŞIRIZ BE ABİ

Yahu nasıl bir hayat yaşıyorsak, nasıl bir baskı altındaysak toplasan iki günlüğüne bir yerlere kaçıyoruz, hem de onca trafik, stres ve her bayram görmeye alışkın olup da bile bile lades dediğimiz ölüm tehlikesi karşısında. Hadi kaçtık diyelim, ki ben de birkaç kez yaptım o deliliği, ulen gittiğin yer daha büyük bir azap. Ama olsun biz sığışırız abi; yola sığışırız, arabaya sığışırız, gittiğimiz yerdeki otele sığışırız, artık bıçak nasıl kemiğe dayandıysa; çıkar bizi buradan kıvamına geldik hepimiz.

TAHLİYE

Allah korusun yarın öbür gün bir meteor İstanbul’a yaklaşıyor olsa, öyle teyakkuz durumuna filan  girip millete  Amerikan panikleri yaşatmaya gerek yok. Sen bir hafta önceden haber ver yeter. Maksimum iki gün içinde, en sağlam askeri düzen altında hiçbir yönlendirme ve müdahaleye gerek kalmadan şehri boşaltır; dönünce de harfiyatı kaldırıp yıkılanların yerine yenisini lego yapım süresinde dikeriz.


12 Temmuz 2015 Pazar

DÜNYA MUTFAĞI


Geçtiğimiz yıllar boyunca türlü türlü şaşakalozluğu konaklama fiyatına satan ithal mutfak temsilcisi restoranlara inat sonunda halk kendi direncini ve iradesini ortaya koydu.

Sevinç ve üzüntü başta olmak üzere yapılan hiçbir şeyde ortayı bulamama alışkanlığımız, bu konuda da icra edilenin “Ne var ki bunda” tepkisiyle menülerde yerini almasını sağladı.

Bugün artık İstanbul’daki en kıçı kırık kafenin menüsünde bile Dünya mutfağının eşsiz olmasa da, ye de git işte muamelesi yapan seçenekleri yer alıyor.
Benim kişisel favorim ise, tarifsiz bıjırtısı ile görenlere “La bu ne ki” dedirten fajita. 

Diyaloglar duruma göre farklılık gösterse de sonuçlar hep aynı üçgen içinde sıkışıp kalıyor.
-         
     -Hoş geldiniz abi, ne alırdınız.
-         -Sen ne tavsiye edersin?
-         -Abi bizde zaten dünya mutfağı var, yani böyle hamburgerinden, risottosuna kadar; ama ben abime şöyle bıj bıj bıjlayan bir fajita yaptırayım, gerçekten çoh güzel oluyor.
-         Yani hep yiyoruz ama..
-         -Abi öyle deme, bizimki başka geçen buraya adam taa Meksika’dan gelmiş, ona da yaptıh, yav inan adamın ahlı boncuh oldu. Diyor ki bu nasıl güzel bıjlıyor. Yeminlen memlekette biz eşşek eti yiyoruz.
-         -Peki madem.
-         -6 numaraya fajita çek!! Abi ayran dolduyorum J

Gel gelelim bu elit dünya karması gerek rengi gerek kokusu gerekse fiyatıyla karnı aç bizlere kendi numaralarını gösterirken, anam usulü mercimek yel gider kum kalır edasıyla listelerdeki onursal başkanlık görevini yürütmeye devam ediyor.

Ağız tadıyla yemeniz dileğiyle…

11 Temmuz 2015 Cumartesi

HAKKIMIZDAN HAYIRLISI




Hafif sıcak hafif serin günlerin ardından öyle böyle  on bir ayın sultanı Ramazan’ın da sonuna geldik.  Cemaat huşu içinde geçmek bilmeyen on yedi saatin dolmasını beklerken açıkçası ben arabanın yağını suyun eksik etmeyenlerdendim. 

Önümüzdeki haftanın sayılı iş günü ile geçecek olması, kumbarayı kıran her kesimden insana tatil için Piri Reis kadar olmasa da hasbel kader bir rota çizdirdi. Gündeme tüm ağırlığıyla oturan tatil programları, smaç rekoru kıran döviz kuruyla, kör döğüşü yapan siyasi partilerin artık magazinsel haber tadında izlediğimiz acizlik tablolarını unutturuyor.

Olacakları görmek gibi bir gücüm elbette  yok ama ruhuma daral getiren ritüelleri cami hocasının bayram namazının kılınışını tarif ettiği gibi sıralamakta fayda var.

Sabah kalkılacak, yarı uyur halde camiye doğru yola düşülecek. Spekülatif şekilde artan cemaatin içinde yer bulmanın imkansıza yaklaştığı o anların birinde kaşla göz arasında bir anlık boşluktan faydalanılacak ve rahatı kaçırılan abilere kafa selamı çakılacak.

Huşu içinde kılınan namazdan sonra bağışlar takdim edilerek, nüfus müdürlüğünce kütüğün bağlı bulunduğu fırının sırasına girilecek.  İnternetten hazır mesajlar kopyalanıp, tüm kişi listesine gönderilecek ve bayramı kutlama ihalesi böylece taşeronlara devredilmiş olacak.

Tatil bölgesine gitmek için trafikte hayatını ortaya koyanlar ise mayalanmış hamur misali şişen fiyatlarla kardeş kardeş oturup, ne iyi oldu da geldik sakızı çiğneyecekler.
Bayramı takip eden Pazartesi günü ise Ramazan naftalinlenerek kutusuna koyulacak. Ağzı sıkıca bağlandıktan sonra çocukların ulaşamayacağı serin yerlerde, on bir ay boyunca güvenle muhafaza edilecek.

Sonra ahey ahey ve yer yer tey tey çekilerek gerdan kırmalarda eski düzene dönüş kutlanacak.

VER ODUNU

Gelsin gıybet şöyle yeter dinlendi denilecek ve yine baş köşeye oturtulacak.

Dünya üzerinde var olan tüm din ve inanışlara göre, yalan söylemek yasakken; hadi onları da geçtim insanın kendinden ve çevresindekilerden tiksinmemesi için köşe bucak kaçması gereken yalan yere yemin etmeler boşları götürürken, kuyu kazmalar yarım bırakılan yol yapım işlerine devam edecekler.

Kuralı ihlal edenler “Keko” kısaltmasıyla en arkadan indirimli biletle teselli edilecek, verilen zekat ve fitreler cukkalama yöntemleri  ile serçe pençesi tekniği uygulanarak çaktırmadan ince ince yerine konacaktır.

Faiz gol kralı koltuğunu kimseye kaptırmazken, “E ama ne yapalım herkes faiz alıyor” kılıfı kuru temizlemenden geldiği için mevzuya cuk diye oturacaktır.

Faizle yenen hurmaların, bir türlü geçmeyen kanamalı esnaf ağlamasının katığı olduğu görmezden gelinerek ortada çevrilen top yine sahipsiz kalacaktır.

Tozu dumanı yutmaktansa, tozu dumana kattığını zanneden ateşi cürmünden küçük tozutmuşlar,  ağızlarını bükerek verdikleri ulvi ve dini tavsiyeleri Kuran-ı Kerim’de defalarca söylendiği halde üç beş kuruşa değişmeyi üstün zeka madalyası sanacak, kendilerini sevenler olarak niteledikleri kişileri elli farklı sosyal paylaşım mecrasından Sherlock Holmes gibi takip edip delilleri toplamayı ise tripkâr tavırlarına sermaye yapacaklardır.

Bunlar yetmezmiş gibi, yaşça büyüklerin nerde o eski bayramlar şarkısı tüm radyolarda liste başı olacak namazdan sonraki tesbihatlarda bir tur da “bitse de gitsek, Rabbim sen kurtar, akıl ihsan et” diye okunduktan sonra ümmeti Muhammed’in şefaati için akıllı telefonlardaki en kafa kaldırılamayan uygulamaya üflenecek.


Ramazan bayramınızı kutlar esenlikler dilerim.